İran Baskı Altında Müzakereyi Kabul Etmeyecek

Rasthaber – İran Dışişleri Bakanlığı, yaptığı bir açıklamada, İran’ın
baskı altında müzakereleri kabul etmeyeceğini vurguladı.
İran Dışişleri Bakanlığı, ABD Başkanı’nın “Ulusal Güvenlik
Başkanlık Notu”na yanıt olarak yaptığı bir açıklamada, İran’ın baskı
altında müzakereleri kabul etmeyeceğini vurguladı.
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında şu ifadelere yer
verildi:
ABD Başkanı, 4 Şubat 2025 tarihli “Ulusal Güvenlik
Başkanlık Notu”nu imzalayarak, İran halkına karşı “Azami Baskı”
olarak bilinen başarısız politikanın yeniden hayata geçirilmesini emretmiştir.
ABD yönetimi, azami baskıyı yeniden başlattığını iddia etmektedir, ancak azami
baskı asla durmamıştı ve bugün yeniden başlatılmasına gerek yoktu. Önceki ABD
yönetimi, geçmişte uygulanan yaptırımların hiçbirini durdurmamış ve kendi
beyanlarına göre, mevcut yaptırımlara yüzlerce yeni yaptırım eklemiştir. İran
İslam Cumhuriyeti, azami baskıya azami direnişle karşılık verdiğini ve vereceğini
göstermiştir ve hiçbir halkın adaletsiz baskılara ve uluslararası hukuka aykırı
yaptırımlara maruz kalmaması gerektiğine inanmaktadır.
ABD’nin ikiyüzlü yaklaşımı
ABD Başkanı, söz konusu belgeyi imzalarken, nükleer meselede
İran ile diyalog kurma ve anlaşma arzusunu dile getirdiği halde, “Maksimum
Baskı” olarak bilinen politikanın canlandırılmasına yönelik belge, İran’a
karşı tüm olası komploları ve İran halkına yönelik baskıları gündeme getirmeyi
amaçlamaktadır.
İran İslam Cumhuriyeti, ilkelerinden sapmadan her zaman,
nükleer mesele dahil olmak üzere çeşitli konularda diplomatik çözümler bulmayı
desteklemiş ve son 20 yıl boyunca diplomasiye olan bağlılığını kanıtlamıştır.
Bununla birlikte, tarihsel geçmiş, İran halkının hiçbir zaman baskı altında
müzakereleri kabul etmediğini ve tek taraflı dayatmalar, korkutma ve
tehditlerin İslam Cumhuriyeti’ne karşı etkili olmadığını ve olmayacağını
göstermektedir. İran halkına yönelik baskıların artırılması ve aynı zamanda
müzakerelere ve anlaşmalara istekli olunduğunun ifade edilmesi, ABD’nin İran’a
karşı uzun yıllardır izlediği iki yüzlü yaklaşımın devam ettiğini
göstermektedir. Washington’ın bu çifte yaklaşımda ısrar etmesi, meselelerin
çözümüne yardımcı olmadığı gibi, ABD’nin niyetleri ve politikalarına duyulan
güvensizliği artırmaktadır.
ABD’nin nükleer anlaşma konusundaki geçmişi
ABD, İran ile diyalog kurma ve anlaşma arzusunu dile
getirirken, özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan
nükleer anlaşma ile ilgili taahhütlerine bağlılık testinde defalarca başarısız
olmuştur. Bugün, 2018 yılında ABD’nin tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesine
karar veren ve İran halkına en ağır baskıları uygulayan bir başkan, müzakereden
ve anlaşmadan bahsediyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na göre bu karar,
İran’ın nükleer taahhütlerine tam olarak uyduğu sırada alınmıştır.
Bundan önce de Amerika’nın taahhütlerini yerine getirmemesi,
İran’ın nükleer anlaşma çerçevesinde öngörülen yaptırımların kaldırılması ve
diğer faydalarından tam olarak yararlanmasını engellemiştir. Tüm bunlara rağmen
İran, diplomasiye olan uzun vadeli bağlılığı çerçevesinde, ABD’nin nükleer
anlaşmadan çekilmesinin ardından bir yıl boyunca taahhütlerine tamamen sadık
kalmış ve nihayetinde yalnızca nükleer anlaşmada belirtilen hakları
çerçevesinde, diplomatik çabaları yeniden canlandırma amacıyla bir dizi telafi
edici adım atmıştır.
Son dört yıl boyunca, nükleer anlaşmayı canlandırmaya
yönelik yoğun müzakerelere rağmen, Washington, bu anlaşmaya geri dönme yönünde
sözlü bir istek belirtse de, hiçbir zaman nükleer anlaşmadaki taahhütlerini
yerine getirmemiş ve İran halkına uygulanan yaptırımları kaldırmamıştır. Her
defasında müzakerelerin nihai sonuca ulaşmasını engelleyen bir bahane öne
sürülmüştür. Aslında nnükleer anlaşma deneyimi, ABD’nin İran’a karşı
sergilediği çifte standartlı davranışın bir aynasıdır.
ABD’nin İran’a yönelik tarihsel davranışları
ABD’nin İran hükümeti ve halkına karşı tavrının tarihi,
tehdit ve korkutma temelli sömürücü yaklaşımının devam etmesi, iç işlerine sık
sık müdahale edilmesi, ulusal kaynaklara el konulması, yaptırım, savaş ve başta
ekonomik terörizm olmak üzere çeşitli terör türlerine baş vurarak İran halkını
ticaret fırsatlarından mahrum bırakması ve birçok insanlık dışı ve zalimce
eylemlerle doludur. Bu tür eylemler, hiçbir insani ilke ve uluslararası hukukla
bağdaşmamaktadır. 1953’te İran’daki yasal hükümete karşı yapılan darbe, 1979’da
İran İslam Devrimi’nin başlarında tüm İran malvarlıklarının dondurulması, 8
yıllık İran-Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin rejimine verdiği askeri
destek, petrol platformlarına yapılan saldırılar, İran’a ait yolcu uçağının
düşürülmesi, münafıkların terörist örgütler listesinden çıkarılması,
İranlıların korkutulup ABD’ye teslim edilmesi, nükleer anlaşmadan çıkılması,
terörle mücadele kahramanı General Kasım Süleymani’nin suikasta uğraması, sınır
ötesi yaptırımların uygulanması ve bu yaptırımlar aracılığıyla İran
vatandaşlarının hedef alınması, İranlı nükleer bilim insanlarının Siyonist
rejim tarafından terör esilmesi, bu düşmanca eylemlerden yalnızca birkaçıdır.
ABD’nin terörizme ve bölgedeki istikrarsızlığa destek
geçmişi
ABD, İran’ı terörizme destek vermekle suçlarken, İran
dünyanın en büyük terörizm mağduru olup, hiçbir ülke İran halkı ve silahlı
kuvvetleri kadar Batı Asya bölgesindeki bu kara fenomenle mücadele etmemiştir.
İran, bölgedeki halkları şiddetli ve kontrolden çıkmış terörizme karşı savunmak
ve desteklemek çok sayıda şehit vermiş ve her zaman bölgedeki barış ve huzuru
kendi bölgesel politikalarının önceliği olarak kabul etmiştir. Diğer taraftan,
ülke içinde de ABD ve bazı diğer ülkelerin desteğiyle kurulan çeşitli terör
grupları, 23 binden fazla masum insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.
ABD, terörizmle mücadele iddiasında bulunmasına rağmen,
aslında Batı Asya bölgesindeki terörizmin ve istikrarsızlığın yayılmasının temel
destekçisi, yaratıcısı ve yayılmasına neden olan bir aktör olmuştur. Bugün ABD
Başkanı’nın defalarca itiraf ettiği gibi ABD’nin bölgedeki “terörizmle
savaş” bahanesiyle yaptığı askeri müdahalelerin, hem Irak’ta hem de
Afganistan’da, istikrarsızlık ve terörist grupların büyümesinden başka bir
sonuç doğurmadığı ortadadır.
Geçtiğimiz yıllarda terör gruplarının oluşumundan, El Kaide,
IŞİD, Nusra gibi tehlikeli gruplara mali kaynak ve silah sağlanmasından kimin
sorumlu olduğu sorusunu ABD, davacı olarak değil, sanık olarak cevaplamalıdır.
terörist grupları, bölge ülkeleri de dahil olmak üzere ülkelere yönelik
politikalarının hedeflerini ilerletmek için bir araç olarak gördüğünü
göstermiştir.
İran’ı suçlamak, Siyonist rejimin sorumluluğundan kurtulmaya
yönelik sonuçsuz bir girişimdir ve ABD, bu rejimin suçlarını kapsamlı ve mutlak
bir şekilde destekleme sorumluluğundan kaçmaktadır.
Küresel istikrarsızlaştırma politikası
ABD, kendisini uluslararası düzenin ve sözde hukukun
savunucusu olarak tanımlarken ve sürekli olarak uluslararası yasalara bağlılık
çağrısı yaparken, farklı dönemlerde uluslararası kurallara aykırı hareket etmiş
ve dünya çapında istikrarsızlık yaratmayı teşvik etmiştir. Amerika, her ne
kadar uluslararası hukuktan sapmalarını, insan hakları ve terörizmle mücadele
gibi görünüşte haklı gerekçelerle gizlemeye çalışsa da, bugün bu süslü
ifadelerden vazgeçmiş ve açıkça emperyalist ve sömürgeci bir dil kullanmaya
başlamıştır. Diğer toprakları, ister Avrupa ve Batı Asya’da, isterse Latin
Amerika’da olsun, işgal etme niyetlerini artık gizlememektedir. Aslında bugün
ABD, her zamankinden daha fazla tanınmış uluslararası normlara saygısızlığın en
büyük aktörü haline gelmiştir. İran’a yönelik ABD’nin yaklaşımı da bu
zihniyetten ve sömürge politikasından ayrılamaz.”/mehr